6 Şubat 2019 Çarşamba

Yıldızların doğuşunu açıklayacak, sesli bir bulut keşfedildi

Güneş Sistemi’nin nasıl oluştuğu yıllardır merak ediliyor. Musca adlı moleküler bulut bu gizemi çözmemize yardım edebilir.
Eğer astronomiyle içli dışlıysanız yıldızların ortaya çıktığı yerlerin uzayda bulunan büyük moleküler gaz ve toz bulutları olduğunu biliyorsunuzdur. Ancak toz bulutlarından ortaya çıkan yıldız ve gezegenlerin sayısını ve türünü tam anlamıyla belirleyen şeyin ne olduğu bilinmiyor.
Bir toz bulutunda ne oldu da milyarlarca yıldır yaşayan Güneş Sistemi’miz ortaya çıktı? Birtakım gizemlere ışık olabilecek bir toz bulutu birkaç hafta önce keşfedildi.

3 Boyutlu Yaklaşım

Keşfedilen bulutlara yapılan 3 boyutlu araştırmalar, yıldızların ortaya çıkış gizemini ortadan kaldıracak, gezegenlerin ve yıldızların nasıl doğduğunu bizlere açıklayacak. Son araştırmalar moleküler bulutların bünyesine dahil olan çizgilerin nasıl oluştuğunun gizemini çözdü.
Hoş sesler çıkaran bulut, Musca türüne giriyor. Musca ise Güney Haç, bir diğer adıyla Crux takım yıldızının 88 yıldızında bulunan iğne ucuna benzer bir izole bulut.

Buluttaki Şarkı 

3 boyutlu konsepti kullanan araştırmacılar, Musca gözlemlerinde görülen frekansları hesaplayarak bulutun üçüncü boyutunu ölçebilmiştir. Sonrasında araştırmalarda bulunan frekanslar, insan kulağının algılayabileceği şekilde ayarlandı. Ortaya ise ‘song of Musca’ yani Musca’nın şarkısı çıktı.
Bu arada Musca’nın ‘kötülükleri ve nazarları önceleyeceği’ iddia edilen boyna asılan yazılı kağıtlarla bir ilgisi yoktur. Astronomide bir devrim yapabilecek Musca’ya gelecek olursak kendisi Güneş Sistemi’nin epey bir geçmişini öğrenmemizi sağlayabilir.
Alıntı: webtekno.com

Merkür’deki kırmızı noktalar

Gezegenlere ya da gezegenlerin içinde bulunan kraterlere nasıl isim verildiğini hiç düşündünüz mü? Merkür’de bulunan kırmızı noktalara nasıl teker teker isim verildiğini ve bunların nasıl oluştuğunu sizler için anlatıyoruz.Gezegenlere ya da gezegenlerin içinde bulunan kraterlere nasıl isim verildiğini hiç düşündünüz mü? Merkür’de bulunan kırmızı noktalara nasıl teker teker isim verildiğini ve bunların nasıl oluştuğunu sizler için anlatıyoruz.
Merkür, astronomiye az çok ilgi duyanların bildiği gibi Güneş’e en yakın gezegendir, ancak bu durum sıkıcı bir konu olmaktan çok uzak. Merkür, jeologların ve araştırmacıların epey ilgisini çeken bir gezegen.
NASA’nın Messenger adlı uzay araştırma sondası, 2008 yılında Merkür’e ilk kez gitti. Messenger uzay sondası, 2011 ve 2015 yıllarında ise Merkür’ün etrafında birçok parlak nokta keşfetti. Yakın zamanda ise bu noktalara isim verildi.
Ayrıca bu görüntüler, renkleri arttırıldığında her ne kadar kırmızıdan ziyade, sarı ve turuncu gözükseler de normalde cansız, gri ve donuk bilinen Merkür’ün en kırmızı yerleridir. Çoğu kırmızı nokta, merkez çapında 50-100 kilometre genişliğinde ve düzensiz deliklere sahip. Bilim insanları bu delikleri, kısa bir süre sonra volkanik patlamalar ve volkanik patlamalar tarafından atılan materyaller olarak değerlendirdi. Merkür gezegeninde volkanik herhangi bir aktivite beklenmiyordu, çünkü Güneş’e yakın bir gezegenin, gerekli gaz içeriğinden mahrum kalmış olması gerekiyordu.
Ancak Messenger ile yapılan araştırmalar, Merkür’ün bu “uçucu bileşenler” konusunda oldukça zengin olduğunu gösteren çok sayıda kanıt ortaya koydu. Bunlar arasında, bol miktarda kükürt, karbon, potasyum ve klorin de bulunduğu tahmin ediliyor.

Bu noktalara nasıl isim verildi? 

Peki, bu kırmızı noktalara neden isim verme ihtiyacı duyuldu ve isimler nasıl kararlaştırıldı? İsimler gezegen özelliklerini belirlemek için gereklidir, yalnızca coğrafi koordinatlara başvurmak astronomide pek de mantıklı bir şey değildir. İsimlerde, dünyadaki birçok kültürde geçerliliği olması ön koşulu aranırken, bu isimlerdeki netliği Uluslararası Astronomi Birliği (International Astronomical Union) belirler.
Bu tip kraterlere ya da deliklere, tek kelime isimleri verilir, birçok kraterin isimleri de iki bölümden oluşur: belirli bir isim artı, bir tanımlayıcı terim. Tanımlayıcı terim, her bir özellik türünün neye benzediğini belirtir. Genellikle Latince kökenlidir.
Merkür’ün kırmızı lekeleri söz konusu olduğunda, isimleri verilen yerlerdeki, volkanik deliklerden ziyade deliklerin kendisine isim verilir. Seçilen tanımlayıcı terim, diğer gezegenlerdeki “parlak noktalar” için kullanılan “facula”dır. Bu kelimenin birkaç dildeki anlamıysa “yılan”dır.
Gezegenlere ya da gezegenlerin içinde bulunan kraterlere nasıl isim verildiğini hiç düşündünüz mü? Merkür’de bulunan kırmızı noktalara nasıl teker teker isim verildiğini ve bunların nasıl oluştuğunu sizler için anlatıyoruz.
Merkür, astronomiye az çok ilgi duyanların bildiği gibi Güneş’e en yakın gezegendir, ancak bu durum sıkıcı bir konu olmaktan çok uzak. Merkür, jeologların ve araştırmacıların epey ilgisini çeken bir gezegen.
NASA’nın Messenger adlı uzay araştırma sondası, 2008 yılında Merkür’e ilk kez gitti. Messenger uzay sondası, 2011 ve 2015 yıllarında ise Merkür’ün etrafında birçok parlak nokta keşfetti. Yakın zamanda ise bu noktalara isim verildi.
Ayrıca bu görüntüler, renkleri arttırıldığında her ne kadar kırmızıdan ziyade, sarı ve turuncu gözükseler de normalde cansız, gri ve donuk bilinen Merkür’ün en kırmızı yerleridir. Çoğu kırmızı nokta, merkez çapında 50-100 kilometre genişliğinde ve düzensiz deliklere sahip. Bilim insanları bu delikleri, kısa bir süre sonra volkanik patlamalar ve volkanik patlamalar tarafından atılan materyaller olarak değerlendirdi. Merkür gezegeninde volkanik herhangi bir aktivite beklenmiyordu, çünkü Güneş’e yakın bir gezegenin, gerekli gaz içeriğinden mahrum kalmış olması gerekiyordu.
Ancak Messenger ile yapılan araştırmalar, Merkür’ün bu “uçucu bileşenler” konusunda oldukça zengin olduğunu gösteren çok sayıda kanıt ortaya koydu. Bunlar arasında, bol miktarda kükürt, karbon, potasyum ve klorin de bulunduğu tahmin ediliyor.

Bu noktalara nasıl isim verildi? 

Peki, bu kırmızı noktalara neden isim verme ihtiyacı duyuldu ve isimler nasıl kararlaştırıldı? İsimler gezegen özelliklerini belirlemek için gereklidir, yalnızca coğrafi koordinatlara başvurmak astronomide pek de mantıklı bir şey değildir. İsimlerde, dünyadaki birçok kültürde geçerliliği olması ön koşulu aranırken, bu isimlerdeki netliği Uluslararası Astronomi Birliği (International Astronomical Union) belirler.
Bu tip kraterlere ya da deliklere, tek kelime isimleri verilir, birçok kraterin isimleri de iki bölümden oluşur: belirli bir isim artı, bir tanımlayıcı terim. Tanımlayıcı terim, her bir özellik türünün neye benzediğini belirtir. Genellikle Latince kökenlidir.
Merkür’ün kırmızı lekeleri söz konusu olduğunda, isimleri verilen yerlerdeki, volkanik deliklerden ziyade deliklerin kendisine isim verilir. Seçilen tanımlayıcı terim, diğer gezegenlerdeki “parlak noktalar” için kullanılan “facula”dır. Bu kelimenin birkaç dildeki anlamıysa “yılan”dır.
Merkür, astronomiye az çok ilgi duyanların bildiği gibi Güneş’e en yakın gezegendir, ancak bu durum sıkıcı bir konu olmaktan çok uzak. Merkür, jeologların ve araştırmacıların epey ilgisini çeken bir gezegen.
NASA’nın Messenger adlı uzay araştırma sondası, 2008 yılında Merkür’e ilk kez gitti. Messenger uzay sondası, 2011 ve 2015 yıllarında ise Merkür’ün etrafında birçok parlak nokta keşfetti. Yakın zamanda ise bu noktalara isim verildi.
Ayrıca bu görüntüler, renkleri arttırıldığında her ne kadar kırmızıdan ziyade, sarı ve turuncu gözükseler de normalde cansız, gri ve donuk bilinen Merkür’ün en kırmızı yerleridir. Çoğu kırmızı nokta, merkez çapında 50-100 kilometre genişliğinde ve düzensiz deliklere sahip. Bilim insanları bu delikleri, kısa bir süre sonra volkanik patlamalar ve volkanik patlamalar tarafından atılan materyaller olarak değerlendirdi. Merkür gezegeninde volkanik herhangi bir aktivite beklenmiyordu, çünkü Güneş’e yakın bir gezegenin, gerekli gaz içeriğinden mahrum kalmış olması gerekiyordu.
Ancak Messenger ile yapılan araştırmalar, Merkür’ün bu “uçucu bileşenler” konusunda oldukça zengin olduğunu gösteren çok sayıda kanıt ortaya koydu. Bunlar arasında, bol miktarda kükürt, karbon, potasyum ve klorin de bulunduğu tahmin ediliyor.

Bu noktalara nasıl isim verildi? 

Peki, bu kırmızı noktalara neden isim verme ihtiyacı duyuldu ve isimler nasıl kararlaştırıldı? İsimler gezegen özelliklerini belirlemek için gereklidir, yalnızca coğrafi koordinatlara başvurmak astronomide pek de mantıklı bir şey değildir. İsimlerde, dünyadaki birçok kültürde geçerliliği olması ön koşulu aranırken, bu isimlerdeki netliği Uluslararası Astronomi Birliği (International Astronomical Union) belirler.
Bu tip kraterlere ya da deliklere, tek kelime isimleri verilir, birçok kraterin isimleri de iki bölümden oluşur: belirli bir isim artı, bir tanımlayıcı terim. Tanımlayıcı terim, her bir özellik türünün neye benzediğini belirtir. Genellikle Latince kökenlidir.
Merkür’ün kırmızı lekeleri söz konusu olduğunda, isimleri verilen yerlerdeki, volkanik deliklerden ziyade deliklerin kendisine isim verilir. Seçilen tanımlayıcı terim, diğer gezegenlerdeki “parlak noktalar” için kullanılan “facula”dır. Bu kelimenin birkaç dildeki anlamıysa “yılan”dır.
Alıntı | webtekno.com | Kapak Görseli

Bilim insanları, Güneş Sistemi’nin sınırında bir nesne keşfetti

Bilim insanları, güneş sistemimizin sınırlarında gezinen büyük bir nesne keşfetti.
Bilim insanlarının keşfettiği bu nesne, Güneş Sistemi’nin erken dönemlerine ait olabilir ve gezegenlerin bugünkü formuna nasıl kavuştuğuna açıklık getirebilir.


Cisim, Neptün’ün ötesinde süzülen nesnelerin olduğu Kuiper Kuşağı’nda bulundu. Burada süzülen nesneler arasında en çok bilineni Pluto fakat Pluto gibi birçok cisim bulunuyor.


Bilim insanları, çok uzak olmaları ve radyasyondan etkilenmemiş olmaları dolayısıyla bu nesnenin erken güneş sisteminin kalıntısı olabileceğini düşünüyor. Keşfedilen bu nesne sayesinde araştırmacılar, güneş sisteminin bugünkü formunu kazanmadan önce nasıl göründüğünü tespit edebilir.
Bilim insanlarının keşfettiği bu nesne, Güneş Sistemi’nin erken dönemlerine ait olabilir ve gezegenlerin bugünkü formuna nasıl kavuştuğuna açıklık getirebilir.


Cisim, Neptün’ün ötesinde süzülen nesnelerin olduğu Kuiper Kuşağı’nda bulundu. Burada süzülen nesneler arasında en çok bilineni Pluto fakat Pluto gibi birçok cisim bulunuyor.


Bilim insanları, çok uzak olmaları ve radyasyondan etkilenmemiş olmaları dolayısıyla bu nesnenin erken güneş sisteminin kalıntısı olabileceğini düşünüyor. Keşfedilen bu nesne sayesinde araştırmacılar, güneş sisteminin bugünkü formunu kazanmadan önce nasıl göründüğünü tespit edebilir.
Kaynak: independent.co.uk 

NASA yöneticisi: "Uzaylıların var olma ihtimali düşündüğümüzden daha yüksek"


NASA yöneticisi Thomas Zurbuchen, uzaylıların var olma ihtimalinin sandığımızdan çok daha yüksek olduğunu söylüyor. İşte Zurbuchen'in konuyla ilgili yaptığı açıklamalar:                                                                      NASA yöneticisi: Dünya'nın, Güneş'in hatta Samanyolu Galaksisinin bile evrenin büyüklüğüne oranla inanılmaz küçük kaldığını muhtemelen hepimiz çok iyi biliyoruz. Peki akıl almaz bir büyüklüğe sahip bu uçsuz bucaksız evrende insanoğlu tamamıyla yalnız olabilir mi?


NASA'nın Bilim Misyonları kurumunda başkan yardımcılığı yapan Thomas Zurbuchen, evrende yalnız olma ihtimalimizin çok düşük olduğunu söylüyor. Boston Üniversitesi'nde verdiği bir konferansta konuşan Zurbuchen, gelişmiş canlı yaşamı içeren Dünya dışı gezegenlerin varlığına inandığını belirtti.

Zurbuchen,"Dünya dışında yaşam var mı? Bence bu sorunun cevabı çok net bir şekilde evet. Ancak şu anda sadece bunu kanıtlayamıyoruz. Bu şekilde düşünmemin basit bir nedeni var. İnsanoğlu olarak bundan çok kısa bir zaman öncesine kadar Dünya dışında su moleküllerinin veya başka kompleks moleküllerin olabileceğini bile bilmiyorduk. Şüpheyle yaklaşıyorduk. Şimdiyse uzayda her birinin kolaylıkla bulunabileceğini biliyoruz. Elbette bu, canlı yaşamının çok rahat bir şekilde oluşabileceğini göstermiyor ancak olasılık sandığımızdan çok daha yüksek." sözlerini kullandı.

Zurbuchen ayrıca,"Uzaylılar var mı, insanlar başka gezegenlerde yaşabilir mi bu soruların cevabı ne olursa olsun bizim öncelikle kendi gezegenimize odaklanmamız gerekiyor. Dünya'nın yaşanılabirliğini korumaya devam etmeliyiz. Aksi halde uzay çalışmalarımızın da hiçbir önemi kalmaz." şeklinde konuştu.

Dünya dışı yaşam arayışları daha uzun yıllar devam edecekmiş gibi görünüyor. Bugün bilim ve teknoloji anlamında tarihin en gelişmiş döneminde yaşıyoruz ancak teknolojimizin uzay gözlemi ve uzay seyahatleri göz önüne alındığında hala çok ilkel kaldığı da bir gerçek. Dünya'dan binlerce, milyonlarca hatta milyarlarca ışık yılı uzaklıkta bulunan gelişmiş bir uzaylı topluluğunu şu anki teknolojimizle keşfetmemiz mümkün değil.