12 Eylül 2019 Perşembe

Dünyadan 110 ışık yılı uzaklıktaki bir gezegende su bulundu

Bilim insanları, herhangi bir gezegende su bulgularına rastlandığında orayı yaşama elverişli olarak tanımlıyor. Bu nedenle şu ana kadar uzaya fırlatılan birçok araç, araştırdığı bölgelerde suyun varlığını kanıtlayacak bir delil arıyor.
Bilim insanları, Dünya'ya 110 ışık yılı mesafede, "K2-18 b" adlı öte gezegenin atmosferinde su buharı izine rastlandığını bildirdi.

SIVI HALDE SU BULUNABİLİR

NASA'nın Kepler Uzay Teleskobu'nun 2015 yılında keşfettiği K2-18 b'nin, Dünya'nın 2 katı büyüklüğünde ve 8 kat fazla öz kütleye sahip olduğunu belirten araştırmacılar; öte gezegenin, yörüngesinde döndüğü kızıl cüce yıldız K2-18'e, suyun sıvı halde var olmasına olanak sağlayacak mesafede bulunduğunu belirtti. (Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığına oldukça yakın)
gezegen

HUBBLE VERİLERİ İNCELENDİ

Araştırma kapsamında Hubble Uzay Teleskobu'nun 2016-2017 yıllarındaki öte gezegen gözlemlerini inceleyen bilim insanları, "geçiş spektroskopisi" adı verilen yöntemle, K2-18 b'nin yörüngesindeki yıldızın önünden geçerken oluşan ışık değişimlerini inceledi.
Araştırmacılar, elde ettiği bulgulara dayanak öte gezegenin atmosferinde, binde 1 ila yüzde 50 oranında su buharı bulunabileceğini açıkladı.

DÜNYA DIŞI YAŞAM ARAŞTIRILABİLİR

Araştırmaya önderlik eden UCL araştırmacısı Angelos Tsiaras, kendi yıldızının yaşama elverişli bölgesinde bulunması ve gezegende su buharı izine rastlanması nedeniyle K2-18 b'nin Dünya dışı canlı yaşamının araştırılması için iyi bir hedef olduğunU açıkladı.
Bilim insanları, K2-18 b'nin geniş bir atmosfere sahip kayalık bir gezegen olabileceğini veya tamamen suyla kaplı olabileceğini ifade etti.
K2-18 b'nin gerçekten canlı yaşamı barındırıp barındırmadığının anlaşılması için gezegenin atmosferinde, canlı organizmaların yarattığı gaz bileşiklerinin varlığının tespit edilmesi gerekiyor.
ke2

ARAÇ GÖNDERMEK İÇİN OLDUKÇA UZAK

Dünya'dan çok uzak olması nedeniyle öte gezegene bir keşif aracı göndermenin henüz mümkün olmayacağının altını çizen bilim insanları, James Webb Uzay Teleskobu gibi yeni nesil teleskoplarla söz konusu gezegen hakkında bilgi toplamaya çalışacak.

29 Temmuz 2019 Pazartesi

Eğer Andromeda Yeterince Parlak Olsaydı, Gökyüzünde Böyle Gözükürdü!

Fotoğrafta, en yakın komşumuz Andromeda Galaksisi, gökyüzünde kapladığı gerçek alanda, sadece daha parlak şekilde gösterilmiştir.See Explanation.  Clicking on the picture will download
 the highest resolution version available.
Ay, gökyüzünde yarım derece kadar bir alan kaplar. 1 derece, kolunuzu tamamen ileri uzattığınızda, başparmağınızın gökte kapladığı alana yaklaşık olarak eşittir. Andromeda Galaksisi, eğer fotoğraftaki kadar parlak olsaydı, gökyüzünde 2.8 ila 3 derece kadar alan kaplardı.


See Explanation.  Clicking on the picture will download
 the highest resolution version available.

Andromeda'nın gökyüzündeki göreli büyüklüğü...
NASA

Andromeda (diğer isimleriyle Messier 31, M31 ya da NGC224), bizden 24.000.000.000.000.000.000 kilometre uzaktadır. Bu, yaklaşık 2.5 milyon ışık yılına denk gelmektedir. Yani ışık hızında giden bir aracınız bile olsa, ona ulaşmanız 2.5 milyon yıl sürerdi. Eğer Dünya ile Ay arasına tam oturan bir yol yapılmış olsaydı, Andromeda'ya ulaşmak için bu yoldan 625 trilyon tanesini  uca dizmek gerekirdi.




Wait But Why

2.5 milyon yıl önce Dünya'da, (biri biz Homo sapiens türü olmak üzere) bugün bildiğimiz en az 13-14 türüyle Homo cinsinin bile henüz evrimleşmediği düşünülecek olursa, yola çıktıktan sonra Andromeda'ya vardığınızda, Dünya'nın ne kadar değişeceğini hayal edebilirsiniz. Siz ışık hızında giderken zaman sizin için tamamen dururdu ve yaşlanmazdınız; ancak Andromeda'ya ulaştığınız anda, Dünya'da takvimler 2.5 milyon yıl sonrasını gösteriyor olurdu!
Galaksimiz Samanyolu'nda "sadece" 200-400 milyar yıldız bulunurken, 2006 yılında yapılan bir analize göre Andromeda'da 1 trilyon civarında yıldız bulunuyor! Ayrıca Samanyolu Galaksisi 850.000.000.000 Güneş kütlesine sahipken, Andromeda Galaksisi 1.500.000.000.000 Güneş kütlesine sahiptir. 
Bir de... Samanyolu Galaksisi ile Andromeda Galaksisi'nin günümüzden 4.5 milyar yıl sonra çarpışarak tek bir galaksiye dönüşmesi beklenmektedir. 4.5 milyar yıl önce Dünya'nın daha yeni oluştuğu düşünülecek olursa, 4.5 milyar yıl sonra "kim öle, kim kala" demek oldukça yerinde olacaktır. 

Andromeda ile ilgili tüm yazılarımıza buraya tıklayarak erişebilirsiniz.
              Kısacık bir ömre ve son derece kısıtlı bir bilgiye hapsolmuş haldeyiz. Ancak bir an medeniyetimizin varabileceği uç noktalara bakacak olsak, neler görürdük? Kardashev Ölçeği, bize medeniyetimizin evrimiyle ilgili neler öğretebilir? Evren'in uçsuz bucaksızlığı içinde potansiyel geleceğimize bir yolculuk için kemerlerinizi bağlayın!

21 Temmuz 2019 Pazar

Google, Ay’a İnişin 50. Yılını Anlamlı Bir Doodle ile Kutluyor



Google, Ay’a İnişin 50. Yılını Anlamlı Bir Doodle ile Kutluyor

Google, Ay’a ayak basılmasının 50. yıl dönümünü hazırladığı bir doodle ile kutluyor. Hazırlanan doodle’ın üzerine tıklandığında bir video açılıyor ve Apollo 11 görevinde Ay’a ayak basamayan tek astronot Michael Collins bize o anları anlatıyor.
20 Temmuz 1969 tarihi, insanlık tarihi açısından büyük bir öneme sahip. 50 yıl önce bugün, Ay yüzeyine insanlı ilk uzay uçuşu başarıyla gerçekleştirildi. Neil Amstrong, Buzz Aldrin ve Michael Collins ise bu görevi gerçekleştiren üç astronottu. 20 Temmuz günü, ayın yüzeyine ulaştıktan 6 saat sonra ayın yüzeyine ayak basan ilk insanlar Neil Armstrong ve Buzz Aldrin oldu. Michael Collins de onları kapsülün içinde bekliyordu. Ekip, 8 gün kaldıktan sonra gezegenimize geri döndü.
Google, bu özel günün 50. yıl dönümünü unutmadı ve bugüne özel bir doodle hazırladı. Doodle’ın üzerine tıklandığında Apollo 11’in komut pilotu olan Michael Collins’in bir sesli anlatımı bizi karşılıyor. Dünya’dan Ay’a kadar tüm sürecin bir animasyon filmle anlatıldığı videoda Michael Collins, bu görevi birinci ağızdan bizlerle paylaşıyor. 4 dakika 37 saniye uzunluğundaki videoda, Ay’a iniş görüntülerinin animasyon versiyonu yer alıyor. Bu görüntülerin 13 NASA çalışanıyla beraber 17 kişilik bir ekibin ürünü olduğunu belirtelim. Google, doodle’ı oluşturma sürecini de YouTube üzerinden yayınladı.
1969’da Armstrong’un meşhur sözü “İnsanlık için dev bir adım” eşliğinde Apollo 11 görevi, toplamda 400.000 kişinin katkılarıyla gerçekleşti. Apollo 11; ABD ve SSCB arasındaki uzay yarışı olarak adlandırılan rekabet için de bir dönüm noktasıydı çünkü Rus kozmonotları daha önce uzay görevleri açısından her aşamada ABD’li astronotları geride bırakmıştı.

NASA, şimdi ilk kez bir kadın astronotu Ay'a göndermeyi amaçladığı planlar üzerinde çalışıyor. Her şey yolunda giderse 2024 yılında ilk kadın astronot, Ay'ın yüzeyinde yürüyecek. Kim bilir belki Google bunun için de bir doodle üretir.

Rus Uzay Gemisinin Uluslarası Uzay İstasyonuna Yerleştirilme Görüntüleri Yayınlandı




Rus Uzay Gemisinin Uluslarası Uzay İstasyonuna Yerleştirilme Görüntüleri Yayınlandı

Rusya’nın Soyuz MS-13 uzay gemisi, Kazakistan’daki Baikonur uzay üssünden Cumartesi günü üç mürettebat üyesiyle birlikte yola çıkmıştı. Pazar, 01:48’de Uluslararası Uzay İstasyonuna varışını tamamladı.
İngiltere’deki St. Albans’tan bir mühendis ve teleskop üreticisi ve gökyüzü izleyicisi Martin Lewis, Soyuz MS-13 kapsülünün Uluslararası Uzay İstasyonu’na yerleştirilmesi için yaklaştığı anlardaki inanılmaz video görüntülerini Twitter hesabından paylaştı.

Quickly assembled PIPP video from UK ISS pass at 23.40BST- Soyuz launched this afternoon nearby & just about to dock with ISS!
Big, big thanks to @metrolinaszabi for alerting me to this rare imaging opportunity. I salute man's adventures in space on this anniversary @apollo_50th


294 people are talking about this

Martin Lewis'in yüzlerce kilometre uzaklıktan kaydettiği ayrıntılı görüntüler, Twitter’da mühendisler ve diğer insanlar tarafından büyük beğeni topladı.Video daha sonra Uluslararası Uzay İstasyonu'nu içeren tüm kareleri bir araya getirerek ve merkezleyerek PIPP adlı bir programda toplandı. Lewis: ”Bazı kısımlar Soyuz'u karenin kenarından kaçırdı, bu yüzden yanıp sönüyor ” dedi.
Rus kozmonot Alexander Skvortsov, İtalyan astronot Luca Parmitano ve ABD'li astronot Andrew Morgan da dahil olmak üzere, Uluslarası Uzay İstasyonu'na demirleyen Soyuz'da üç mürettebat üyesi vardı. Üçlü, Mart ayından bu yana UUİ'de görev yapan Rus Alexei Ovchinin’in yanı sıra Amerikalılar Christina Koch ve Nick Hague’ye katıldı.
Rus mühendislerin Soyuz servislerine olan seyahat süresini önemli ölçüde kısaltmaya yönelik son çabaları sayesinde, Soyuz-13 yalnızca dört dünya yörüngesi yaptıktan sonra İstasyon’a demirledi.
Cumartesi günkü lansman, 20 Temmuz 1969'da gerçekleşen ilk insanlı Ay misyonunun 50. yıldönümünde, astronotlar Neil Armstrong ve Buzz Aldrin'in Apollo 11 misyonunun bir parçası olarak Ay'a ayak bastıkları sırada gerçekleşti.Kaynak:https://www.webtekno.com/rus-uzay-gemisinin

20 Haziran 2019 Perşembe

İşte Dünya'ya en çok benzeyen gezegen! Sadece 12 ışık yılı uzaklıkta

Astronomlar Dünya'ya en çok benzeyen ötegezegeni keşfetti. İşte sadece 12,5 ışık yılı uzaklıkta yer alan Teegarden b ve Teegarden c isimli gezegenlerin detayları:Ä°ÅŸte Dünya'ya en çok benzeyen gezegen! Sadece 12 ışık yılı uzaklıktaUluslararası astronomlardan oluşan bir grup bilim insanı, bugün çok önemli bir duyuru yaptı. Astronomy and Astrophysics dergisinde yayınlanan makaleye göre sadece 12,5 ışık yılı uzaklıkta yeni potansiyel Dünya'lar keşfedildi. Teegarden b ve Teegarden c ismi verilen gezegenler Dünya'ya çok yakın bir konumda yer aldıkları için "kozmik komşularımız" olarak nitelendiriliyor. Astronomların ifadelerine göre bulunan bu yeni gezegenlerin yaşama elverişli olma olasılığı oldukça yüksek.

Teegarden b ve Teegarden c, Teegarden isimli bir yıldızın yörüngesinde yer alıyor. Tam sekiz milyar yıl yaşında yaşlı bir yıldız olan Teegarden, küçük boyutları ve düşük parlaklığıyla dikkat çekiyor. Güneş'in sadece yüzde 10'u oranında bir kütleye sahip olan Teegarden, astronomların ifadelerine göre evrenin en küçük yıldızlarından birisi. Teegarden'ın yüzey sıcaklığı ise yalnızca 2700 santigrad derece seviyesinde.

Teegarden yıldızını diğer yıldızlardan farklı kılan özelliği ise pasif bir kırmızı cüce olması. Astronomlar Teegarden'ı "Güneş Sistemi çevresindeki en sessiz yıldızlardan birisi" olarak nitelendiriyor. Teegarden, güçlü güneş patlamalarının pek rastlanmadığı, düşük radyasyon yayan oldukça stabil bir yıldız. Bu özellikleri nedeniyle Teegarden'ın, yörüngesindeki Teegarden b ve Teegarden c için çok ideal bir ortama sahip olduğu belirtiliyor.

İşte Dünya'ya en çok benzeyen gezegen! Sadece 12 ışık yılı uzaklıkta

Teegarden b ve Teegarden c


Astronomların açıklamalarına göre Teegarden b ve Teegarden c gezegenlerinin her ikisinin de yaşama elverişli olma ihtimali var. Ancak yıldızına daha yakın bir konumda yer alan Teegarden b'nin Teegarden c'ye göre biraz daha özel olduğu belirtiliyor. Yayınlanan makaleye göre Teegarden b, yüzde 60 olasılıkla, 0 ila 50 santigrad derece arasında değişen oldukça ılık bir yüzey sıcaklığına sahip. Teegarden c'nin ise biraz daha Mars'a benzediği ve -50 santigrad derece gibi bir yüzey sıcaklığına sahip olduğu düşünülüyor. 

Teegarden b ve Teegarden c gezegenlerinin her ikisi de yıldızına çok yakın bir konumda yer alıyor. Astronomların ifadelerine göre Teegarden c'nin yıldızı etrafındaki bir tam turu sadece 4,9 günde tamamlanıyor. Teegarden c de 11,4 günde bir turunu tamamlıyor. Teegarden b ve Teegarden c; çok küçük, soğuk ve sönük bir yıldızın etrafında bulunmasına rağmen bu yakın konumları sayesinde yeterli düzeyde ısı ve ışık alabiliyor.

İşte Dünya'ya en çok benzeyen gezegen! Sadece 12 ışık yılı uzaklıkta
Astronomlar Teegarden b ve Teegarden c gezegenlerini, Yaşanılabilir Gezegenler Kataloğu'na (Habitable Exoplanets Catalog) bugün itibarıyla eklemiş. Bu listede şu anda 19 farklı gezegen yer alıyor. Ancak yeni eklenen Teegarden b'nin ilginç bir özelliği daha var. Teegarden b şu anda Dünya Benzerliği Endeksi'nde (Earth Similarity Index) en yüksek skora sahip gezegen olarak dikkat çekiyor.

Bilim insanları önümüzdeki dönemlerde Teegarden b ve Teegarden c'yi daha detaylı bir şekilde incelemeye çalışacak. Gezegenin atmosferik yapısı veya yüzey suları gibi konularda şu an için pek bir bilgiye sahip değiliz. Bildiğiniz gibi oksijen ve su yaşamın olmazsa olmazları. Konuyla ilgili The Guardian'a konuşan araştırma lideri Mathias Zechmeister, Teegarden b ve Teegarden c'nin bir atmosfere sahip olması durumunda çok büyük bir ihtimalle yaşama elverişli olacağını söyledi.
İşte Dünya'ya en çok benzeyen gezegen! Sadece 12 ışık yılı uzaklıkta

 

14 Nisan 2019 Pazar

Kara Delik Tarihte İlk Kez Görüntülendi

İnsanlık tarihinde çığır açacak bir gelişme daha yaşandı.

Kara Delik Tarihte İlk Kez Görüntülendi
ABD Ulusal Bilim Vakfı, çığır açacak bir gelişmeyle aramızda. 2012 yılında kara delikleri gözlemlemek için kurulan Avrupa Birliğidestekli ‘Event Horizon Teleskobu’ndan elde edilen görüntüler tarihteki ilk kara deliğin varlığını kanıtladı. Bilim insanlarının açıklamasına göre kara deliğin 40 milyar kilometre çapıyla Dünya’dan üç milyon kat büyük olduğu belirtildi. Aynı zamanda Dünya’dan 500 milyon trilyon uzakta olduğu açıklanan kara deliği görüntülemek için 13 farklı teleskop aynı zamanda çalıştı.

Peki bu kara deliğin özelliği ne? Astrofizikçiler açısından çığır açan bir gelişme olarak açıklanan bu keşif, gelecek yıllarda uzayın gizemleriyle ilgili yeni gelişmeler yaşanmasına olanak sağlayabilir. ‘Canavar’ olarak tanımlanan bu kara deliğin çevresinde yer alan her şeyi geri döndürülemez şekilde yuttuğu düşünülüyor. Çekim gücünün inanılmaz boyutlarda olduğu düşünülen kara delik, öylesine güçlü ki ışığı bile çekip yuttuğu tahmin ediliyor. Albert Einstein’ın izafiyet teorisine katkı sunacağı savunulan kara delikle ilgili ilerleyen günlerde daha fazla açıklama yapılması bekleniyor.

6 Şubat 2019 Çarşamba

Yıldızların doğuşunu açıklayacak, sesli bir bulut keşfedildi

Güneş Sistemi’nin nasıl oluştuğu yıllardır merak ediliyor. Musca adlı moleküler bulut bu gizemi çözmemize yardım edebilir.
Eğer astronomiyle içli dışlıysanız yıldızların ortaya çıktığı yerlerin uzayda bulunan büyük moleküler gaz ve toz bulutları olduğunu biliyorsunuzdur. Ancak toz bulutlarından ortaya çıkan yıldız ve gezegenlerin sayısını ve türünü tam anlamıyla belirleyen şeyin ne olduğu bilinmiyor.
Bir toz bulutunda ne oldu da milyarlarca yıldır yaşayan Güneş Sistemi’miz ortaya çıktı? Birtakım gizemlere ışık olabilecek bir toz bulutu birkaç hafta önce keşfedildi.

3 Boyutlu Yaklaşım

Keşfedilen bulutlara yapılan 3 boyutlu araştırmalar, yıldızların ortaya çıkış gizemini ortadan kaldıracak, gezegenlerin ve yıldızların nasıl doğduğunu bizlere açıklayacak. Son araştırmalar moleküler bulutların bünyesine dahil olan çizgilerin nasıl oluştuğunun gizemini çözdü.
Hoş sesler çıkaran bulut, Musca türüne giriyor. Musca ise Güney Haç, bir diğer adıyla Crux takım yıldızının 88 yıldızında bulunan iğne ucuna benzer bir izole bulut.

Buluttaki Şarkı 

3 boyutlu konsepti kullanan araştırmacılar, Musca gözlemlerinde görülen frekansları hesaplayarak bulutun üçüncü boyutunu ölçebilmiştir. Sonrasında araştırmalarda bulunan frekanslar, insan kulağının algılayabileceği şekilde ayarlandı. Ortaya ise ‘song of Musca’ yani Musca’nın şarkısı çıktı.
Bu arada Musca’nın ‘kötülükleri ve nazarları önceleyeceği’ iddia edilen boyna asılan yazılı kağıtlarla bir ilgisi yoktur. Astronomide bir devrim yapabilecek Musca’ya gelecek olursak kendisi Güneş Sistemi’nin epey bir geçmişini öğrenmemizi sağlayabilir.
Alıntı: webtekno.com

Merkür’deki kırmızı noktalar

Gezegenlere ya da gezegenlerin içinde bulunan kraterlere nasıl isim verildiğini hiç düşündünüz mü? Merkür’de bulunan kırmızı noktalara nasıl teker teker isim verildiğini ve bunların nasıl oluştuğunu sizler için anlatıyoruz.Gezegenlere ya da gezegenlerin içinde bulunan kraterlere nasıl isim verildiğini hiç düşündünüz mü? Merkür’de bulunan kırmızı noktalara nasıl teker teker isim verildiğini ve bunların nasıl oluştuğunu sizler için anlatıyoruz.
Merkür, astronomiye az çok ilgi duyanların bildiği gibi Güneş’e en yakın gezegendir, ancak bu durum sıkıcı bir konu olmaktan çok uzak. Merkür, jeologların ve araştırmacıların epey ilgisini çeken bir gezegen.
NASA’nın Messenger adlı uzay araştırma sondası, 2008 yılında Merkür’e ilk kez gitti. Messenger uzay sondası, 2011 ve 2015 yıllarında ise Merkür’ün etrafında birçok parlak nokta keşfetti. Yakın zamanda ise bu noktalara isim verildi.
Ayrıca bu görüntüler, renkleri arttırıldığında her ne kadar kırmızıdan ziyade, sarı ve turuncu gözükseler de normalde cansız, gri ve donuk bilinen Merkür’ün en kırmızı yerleridir. Çoğu kırmızı nokta, merkez çapında 50-100 kilometre genişliğinde ve düzensiz deliklere sahip. Bilim insanları bu delikleri, kısa bir süre sonra volkanik patlamalar ve volkanik patlamalar tarafından atılan materyaller olarak değerlendirdi. Merkür gezegeninde volkanik herhangi bir aktivite beklenmiyordu, çünkü Güneş’e yakın bir gezegenin, gerekli gaz içeriğinden mahrum kalmış olması gerekiyordu.
Ancak Messenger ile yapılan araştırmalar, Merkür’ün bu “uçucu bileşenler” konusunda oldukça zengin olduğunu gösteren çok sayıda kanıt ortaya koydu. Bunlar arasında, bol miktarda kükürt, karbon, potasyum ve klorin de bulunduğu tahmin ediliyor.

Bu noktalara nasıl isim verildi? 

Peki, bu kırmızı noktalara neden isim verme ihtiyacı duyuldu ve isimler nasıl kararlaştırıldı? İsimler gezegen özelliklerini belirlemek için gereklidir, yalnızca coğrafi koordinatlara başvurmak astronomide pek de mantıklı bir şey değildir. İsimlerde, dünyadaki birçok kültürde geçerliliği olması ön koşulu aranırken, bu isimlerdeki netliği Uluslararası Astronomi Birliği (International Astronomical Union) belirler.
Bu tip kraterlere ya da deliklere, tek kelime isimleri verilir, birçok kraterin isimleri de iki bölümden oluşur: belirli bir isim artı, bir tanımlayıcı terim. Tanımlayıcı terim, her bir özellik türünün neye benzediğini belirtir. Genellikle Latince kökenlidir.
Merkür’ün kırmızı lekeleri söz konusu olduğunda, isimleri verilen yerlerdeki, volkanik deliklerden ziyade deliklerin kendisine isim verilir. Seçilen tanımlayıcı terim, diğer gezegenlerdeki “parlak noktalar” için kullanılan “facula”dır. Bu kelimenin birkaç dildeki anlamıysa “yılan”dır.
Gezegenlere ya da gezegenlerin içinde bulunan kraterlere nasıl isim verildiğini hiç düşündünüz mü? Merkür’de bulunan kırmızı noktalara nasıl teker teker isim verildiğini ve bunların nasıl oluştuğunu sizler için anlatıyoruz.
Merkür, astronomiye az çok ilgi duyanların bildiği gibi Güneş’e en yakın gezegendir, ancak bu durum sıkıcı bir konu olmaktan çok uzak. Merkür, jeologların ve araştırmacıların epey ilgisini çeken bir gezegen.
NASA’nın Messenger adlı uzay araştırma sondası, 2008 yılında Merkür’e ilk kez gitti. Messenger uzay sondası, 2011 ve 2015 yıllarında ise Merkür’ün etrafında birçok parlak nokta keşfetti. Yakın zamanda ise bu noktalara isim verildi.
Ayrıca bu görüntüler, renkleri arttırıldığında her ne kadar kırmızıdan ziyade, sarı ve turuncu gözükseler de normalde cansız, gri ve donuk bilinen Merkür’ün en kırmızı yerleridir. Çoğu kırmızı nokta, merkez çapında 50-100 kilometre genişliğinde ve düzensiz deliklere sahip. Bilim insanları bu delikleri, kısa bir süre sonra volkanik patlamalar ve volkanik patlamalar tarafından atılan materyaller olarak değerlendirdi. Merkür gezegeninde volkanik herhangi bir aktivite beklenmiyordu, çünkü Güneş’e yakın bir gezegenin, gerekli gaz içeriğinden mahrum kalmış olması gerekiyordu.
Ancak Messenger ile yapılan araştırmalar, Merkür’ün bu “uçucu bileşenler” konusunda oldukça zengin olduğunu gösteren çok sayıda kanıt ortaya koydu. Bunlar arasında, bol miktarda kükürt, karbon, potasyum ve klorin de bulunduğu tahmin ediliyor.

Bu noktalara nasıl isim verildi? 

Peki, bu kırmızı noktalara neden isim verme ihtiyacı duyuldu ve isimler nasıl kararlaştırıldı? İsimler gezegen özelliklerini belirlemek için gereklidir, yalnızca coğrafi koordinatlara başvurmak astronomide pek de mantıklı bir şey değildir. İsimlerde, dünyadaki birçok kültürde geçerliliği olması ön koşulu aranırken, bu isimlerdeki netliği Uluslararası Astronomi Birliği (International Astronomical Union) belirler.
Bu tip kraterlere ya da deliklere, tek kelime isimleri verilir, birçok kraterin isimleri de iki bölümden oluşur: belirli bir isim artı, bir tanımlayıcı terim. Tanımlayıcı terim, her bir özellik türünün neye benzediğini belirtir. Genellikle Latince kökenlidir.
Merkür’ün kırmızı lekeleri söz konusu olduğunda, isimleri verilen yerlerdeki, volkanik deliklerden ziyade deliklerin kendisine isim verilir. Seçilen tanımlayıcı terim, diğer gezegenlerdeki “parlak noktalar” için kullanılan “facula”dır. Bu kelimenin birkaç dildeki anlamıysa “yılan”dır.
Merkür, astronomiye az çok ilgi duyanların bildiği gibi Güneş’e en yakın gezegendir, ancak bu durum sıkıcı bir konu olmaktan çok uzak. Merkür, jeologların ve araştırmacıların epey ilgisini çeken bir gezegen.
NASA’nın Messenger adlı uzay araştırma sondası, 2008 yılında Merkür’e ilk kez gitti. Messenger uzay sondası, 2011 ve 2015 yıllarında ise Merkür’ün etrafında birçok parlak nokta keşfetti. Yakın zamanda ise bu noktalara isim verildi.
Ayrıca bu görüntüler, renkleri arttırıldığında her ne kadar kırmızıdan ziyade, sarı ve turuncu gözükseler de normalde cansız, gri ve donuk bilinen Merkür’ün en kırmızı yerleridir. Çoğu kırmızı nokta, merkez çapında 50-100 kilometre genişliğinde ve düzensiz deliklere sahip. Bilim insanları bu delikleri, kısa bir süre sonra volkanik patlamalar ve volkanik patlamalar tarafından atılan materyaller olarak değerlendirdi. Merkür gezegeninde volkanik herhangi bir aktivite beklenmiyordu, çünkü Güneş’e yakın bir gezegenin, gerekli gaz içeriğinden mahrum kalmış olması gerekiyordu.
Ancak Messenger ile yapılan araştırmalar, Merkür’ün bu “uçucu bileşenler” konusunda oldukça zengin olduğunu gösteren çok sayıda kanıt ortaya koydu. Bunlar arasında, bol miktarda kükürt, karbon, potasyum ve klorin de bulunduğu tahmin ediliyor.

Bu noktalara nasıl isim verildi? 

Peki, bu kırmızı noktalara neden isim verme ihtiyacı duyuldu ve isimler nasıl kararlaştırıldı? İsimler gezegen özelliklerini belirlemek için gereklidir, yalnızca coğrafi koordinatlara başvurmak astronomide pek de mantıklı bir şey değildir. İsimlerde, dünyadaki birçok kültürde geçerliliği olması ön koşulu aranırken, bu isimlerdeki netliği Uluslararası Astronomi Birliği (International Astronomical Union) belirler.
Bu tip kraterlere ya da deliklere, tek kelime isimleri verilir, birçok kraterin isimleri de iki bölümden oluşur: belirli bir isim artı, bir tanımlayıcı terim. Tanımlayıcı terim, her bir özellik türünün neye benzediğini belirtir. Genellikle Latince kökenlidir.
Merkür’ün kırmızı lekeleri söz konusu olduğunda, isimleri verilen yerlerdeki, volkanik deliklerden ziyade deliklerin kendisine isim verilir. Seçilen tanımlayıcı terim, diğer gezegenlerdeki “parlak noktalar” için kullanılan “facula”dır. Bu kelimenin birkaç dildeki anlamıysa “yılan”dır.
Alıntı | webtekno.com | Kapak Görseli

Bilim insanları, Güneş Sistemi’nin sınırında bir nesne keşfetti

Bilim insanları, güneş sistemimizin sınırlarında gezinen büyük bir nesne keşfetti.
Bilim insanlarının keşfettiği bu nesne, Güneş Sistemi’nin erken dönemlerine ait olabilir ve gezegenlerin bugünkü formuna nasıl kavuştuğuna açıklık getirebilir.


Cisim, Neptün’ün ötesinde süzülen nesnelerin olduğu Kuiper Kuşağı’nda bulundu. Burada süzülen nesneler arasında en çok bilineni Pluto fakat Pluto gibi birçok cisim bulunuyor.


Bilim insanları, çok uzak olmaları ve radyasyondan etkilenmemiş olmaları dolayısıyla bu nesnenin erken güneş sisteminin kalıntısı olabileceğini düşünüyor. Keşfedilen bu nesne sayesinde araştırmacılar, güneş sisteminin bugünkü formunu kazanmadan önce nasıl göründüğünü tespit edebilir.
Bilim insanlarının keşfettiği bu nesne, Güneş Sistemi’nin erken dönemlerine ait olabilir ve gezegenlerin bugünkü formuna nasıl kavuştuğuna açıklık getirebilir.


Cisim, Neptün’ün ötesinde süzülen nesnelerin olduğu Kuiper Kuşağı’nda bulundu. Burada süzülen nesneler arasında en çok bilineni Pluto fakat Pluto gibi birçok cisim bulunuyor.


Bilim insanları, çok uzak olmaları ve radyasyondan etkilenmemiş olmaları dolayısıyla bu nesnenin erken güneş sisteminin kalıntısı olabileceğini düşünüyor. Keşfedilen bu nesne sayesinde araştırmacılar, güneş sisteminin bugünkü formunu kazanmadan önce nasıl göründüğünü tespit edebilir.
Kaynak: independent.co.uk 

NASA yöneticisi: "Uzaylıların var olma ihtimali düşündüğümüzden daha yüksek"


NASA yöneticisi Thomas Zurbuchen, uzaylıların var olma ihtimalinin sandığımızdan çok daha yüksek olduğunu söylüyor. İşte Zurbuchen'in konuyla ilgili yaptığı açıklamalar:                                                                      NASA yöneticisi: Dünya'nın, Güneş'in hatta Samanyolu Galaksisinin bile evrenin büyüklüğüne oranla inanılmaz küçük kaldığını muhtemelen hepimiz çok iyi biliyoruz. Peki akıl almaz bir büyüklüğe sahip bu uçsuz bucaksız evrende insanoğlu tamamıyla yalnız olabilir mi?


NASA'nın Bilim Misyonları kurumunda başkan yardımcılığı yapan Thomas Zurbuchen, evrende yalnız olma ihtimalimizin çok düşük olduğunu söylüyor. Boston Üniversitesi'nde verdiği bir konferansta konuşan Zurbuchen, gelişmiş canlı yaşamı içeren Dünya dışı gezegenlerin varlığına inandığını belirtti.

Zurbuchen,"Dünya dışında yaşam var mı? Bence bu sorunun cevabı çok net bir şekilde evet. Ancak şu anda sadece bunu kanıtlayamıyoruz. Bu şekilde düşünmemin basit bir nedeni var. İnsanoğlu olarak bundan çok kısa bir zaman öncesine kadar Dünya dışında su moleküllerinin veya başka kompleks moleküllerin olabileceğini bile bilmiyorduk. Şüpheyle yaklaşıyorduk. Şimdiyse uzayda her birinin kolaylıkla bulunabileceğini biliyoruz. Elbette bu, canlı yaşamının çok rahat bir şekilde oluşabileceğini göstermiyor ancak olasılık sandığımızdan çok daha yüksek." sözlerini kullandı.

Zurbuchen ayrıca,"Uzaylılar var mı, insanlar başka gezegenlerde yaşabilir mi bu soruların cevabı ne olursa olsun bizim öncelikle kendi gezegenimize odaklanmamız gerekiyor. Dünya'nın yaşanılabirliğini korumaya devam etmeliyiz. Aksi halde uzay çalışmalarımızın da hiçbir önemi kalmaz." şeklinde konuştu.

Dünya dışı yaşam arayışları daha uzun yıllar devam edecekmiş gibi görünüyor. Bugün bilim ve teknoloji anlamında tarihin en gelişmiş döneminde yaşıyoruz ancak teknolojimizin uzay gözlemi ve uzay seyahatleri göz önüne alındığında hala çok ilkel kaldığı da bir gerçek. Dünya'dan binlerce, milyonlarca hatta milyarlarca ışık yılı uzaklıkta bulunan gelişmiş bir uzaylı topluluğunu şu anki teknolojimizle keşfetmemiz mümkün değil.